Keşfuʼş şubuhat


122 downloads 4K Views 4MB Size

Recommend Stories

Empty story

Idea Transcript


‫بسم اهلل الرحمن الرحيم‬

Eserin Adı Eserin Orijinal Adı Müellif Yayına Hazırlayan Kapak Tasarım Mizanpaj ve Tashih Basım Yılı Basım Yeri

Keşfu’ş Şubuhat ‫كشف الشبهات‬ Şeyh Muhammed Bin AbdulVehhab Al Hayat Medya | Türkçe Masası Al Hayat Medya | Türkçe Masası Grafik Departmanı Al Hayat Medya | Türkçe Masası H. 1438 | M. 2016 İslam Devleti Himmet Ofisi Matbaaları

ÖNSÖZ Hamd, Allah’a, Salat ve Selam, O’nun Resulüne, ehline, sahabesine ve O’nu dost edinenlerin üzerine olsun. Bundan sonra; Şeyh Muhammed bin Abdulvehhab1 kabir şirkinin yaygınlaştığı, bidat ve hurafelerin özellikle Arap yarımadası ve diğer her tarafa dağıldığı bir dönemde gelmiştir. O dönemde Arap yarımadası, taş ve ağaçlara saygı, kabir ve eserlerle istiğase, sadatlara kurban kesmek, evliyalara adaklar adamak ve bunlara benzer şirk çeşitleriyle dalgalanıyordu. Şeyh, tebliğ görevini üstlendi ve davetin vacibini yerine getirdi. Bu şirk ve bidatleri püskürterek insanları Allah’ın birlenmesine, ibadetlerin tümünün sadece O’na yapılmasına ve kitap ve sünnete yapışılmasına teşvik etti. Kalemi ve diliyle buna davet etti, kılıcı ve mızrağıyla da bu uğurda cihad etti. Daha sonra Allah b kullarının kalplerini Şeyh’e açtı ve O’na Necid ve yakınlarındaki beldelerin fethini nasip etti. İlim talebeleri ve akranları onun etrafında toplandı, zamanın ilimde derinleşenleri O’nu destekledi ve mıntıka ve kabilelerin liderleri ona bağlandılar. Allah’ın b her ıslah edici ve yenileyicinin davetindeki sünneti gereği Şeyh ile de çoğu insan çekişti ve aleyhinde düşmanlık için toplandılar ve hatta onunla savaştılar. Bunların önderliğini ise, Rafızi, sofi ve onların dışındaki kötü âlimler ve sapık davetçiler yaptılar. Bunlar sürekli bir şekilde şeyhi ve tabilerini kötülediler, şeyhin Müslümanları tekfir ettiğini, ölmüş olan salihlerin kadrini muhafaza etmediğini, şefaatçilerin şefaatini inkâr ettiğini ve evliyaların kerametlerine inanmadıklarını iddia ettiler. 1

Müceddid imam, Şeyh Muhammed bin Abdulvehhab bin Süleyman bin Ali et-Temimi enNecdi’dir. Hicri 1115 senesinde şuan Riyad’ın kuzeyine denk düşen Uyeyne’de doğmuştur. Hicri 1206 senesinde vefat etmiştir. Allah O’na rahmet etsin ve geniş cennetlerini O’na mekal kılsın.

{5}

Bu reziller, halen de insanları Şeyh’in davetinden sakındırmakta, emir ve yetkilileri onun daveti aleyhinde kışkırtmakta ve insanlar arasında, Şeyh’in daveti aleyhinde şüpheler yaymaktadırlar.1 İşte elimizdeki bu kitap, Şeyh’in kesin ilmi üsluplarla, zekilerin ışıklandığı, geniş bir şekilde her kesimin anlayabileceği bir düzeyde kabirperestlere reddiye verdiği, sözlerini yalanladığı, sahtekârlıklarını açıkladığı, hilelerini ortaya koyduğu “Keşfu’ş Şubuhat” isimli kitabıdır. Öyle ki; bu kitap, tevhid kitapları arasında en önemli tevhid metinleri haline geldi, İslam beldelerinde çokça yayıldı, talebeler bunu ezberlemek için üzerinde durdular, âlimler bunu şerh etmek için itina gösterdiler ve o günden bugüne büyük bir kitle bundan istifade ettiler. Eğer tüm bunlar bir şey ifade ediyorsa, o da bu müceddid imamın davetinin sadakatini ifade ediyordur. Biz O’nu bu şekilde biliyoruz ve hiç kimseyi Allah’a karşı temize çıkarmıyoruz. Şeyh Süleyman bin Sehman şöyle dedi: “Şeyh, Allah O’ndan razı olsun, Keşfu’ş Şubuhat adlı kitabını telif etti. Allah ve Resulü’nün düşmanlarının öne sürdüğü şüpheleri defetmek için Kur’an ve sünnetten deliller getirerek onların delillerini çürüttü ve yanlışlarını açıkladı. Bu kitap, hacim olarak küçük olmasına rağmen büyük faydaları ve kıymeti yüksek olan bir kitaptır. Bu kitapla Allah’ın düşmanları kahroldular ve Allah’ın dostları faydalandılar. Öyle ki; muvahhidlerin tabi olduğu bir bayrak ve hidayete erenlerin üzerine vardığı bir pınar haline geldi. Öyle ki; ondan içiyorlar ve Allah’ın düşmanlarına onunla saldırıyorlar. Allah için bu kadar menfaatli olması ne acayiptir ve delillerinin hitap olarak bu kadar açık olması ne acayiptir.”2 İşte tüm bunlar, bizi bu kitabı yayınlamamıza sevk etti. Bunu da Himmet Ofisi’nin Necid âlimlerinin mirasını yaşatma adına ‘Tevhid Risaleleri’ adıyla yayınladığı kitapların kapsamında yayınladık. Yayınladığımız bu nüsha, mevcut risale örneklerinden en iyi ve kapsamlı olan nüshasıdır. Diğer 1

2

Bugün düne ne kadar da benzemektedir. İşte bugün İslam Devleti, tevhid, cihad ve sünneti yenileyiyor ve şirki, inançsızlığı ve bidatleri yerlebir ediyor. Ve işte bugün bu zamandaki sultanların alimleri ve kötü davetçiler kendilerinden öncekilerin yolunu adım adım takip ediyorlar. Bunlar İslam Devleti’ni, emirlerini ve askerlerini kötülüyor, akidesi ve menheci hakkında şüpheler ve batıl şeyler yayıyor, İslam Devleti aleyhinde tağutları kışkırtıyor ve onunla savaşmak için haçlılardan yardım alıyorlar. Ve kendilerini, yalan söyleyerek, Şeyh Muhammed bin Abdullahvehhab’a nisbet ediyorlar. Onlar hakke’l yakin bir şekilde biliyorlar ki; İslam Devleti’nin bugünkü daveti ve cihadı, Nebi’nin g kendisiyle geldiği ve Şeyh Muhammed bin Abdulvehhab’ın ve torunlarının da yenilediği tevhid ve cihad davetinin bir uzantısı ve vücud bulmasıdır. Ed-Diyau’ş Şarık fi Reddi Şubuhati’l Maziki’l Marik, Li Suleyman bin Sehman.

{6}

nüshalarla da karşılaştırdık, tahkik ettik ve dikkatlice inceledik. Ayrıca okuyucunun ihtiyaç duyacağı bazı konulardaki açılamaları dipnot olarak ilave ettik. Allah’tan b bu baskıyı kendi için kabul edip faydalı kılmasını ve basımı ve dağıtımında çalışan kardeşlerimize de fazlasıyla güzel karşılıklarını vermesini diliyoruz. Ve Allah’tan, İmam Muhammed bin Abdulvehhab’a rahmet etmesini, ecrini ve sevabını tam olarak vermesini diliyoruz. Himmet Ofisi İslam Devleti Rebiu’s Sani 1437 H

{7}

{8}

Bil ki; tevhid, Allah’ı c ibadette bir kabul etmektir. Bu da, Allah’ın kullarına gönderdiği bütün nebilerin dinidir. Bunların ilki Nuh’tur n. Onun kavmi salih kimseler (Vedd, Suva’, Yeğus, Yeuk, Nesr) konusunda aşırıya gidince Allah b tarafından Nuh, onlara nebi olarak gönderildi. Bu nebilerin sonuncusu da Muhammed’dir g. Nebi g, o salihlerin putlaşmış heykellerini kırdı. Allah b O’nu, ibadet eden, hacceden, sadaka veren ve Allah’ı zikreden bir kavme Nebi olarak gönderdi. Fakat onlar bazı mahlukları Allah ile aralarında vasıta yaparlardı ve derlerdi ki: “Bunlarla Allah’a yaklaşmayı ve bunların Allah nezdindeki şefaatlerini arzu ediyoruz.” Allah ile aralarına koydukları bu vasıtalar; melekler, Meryem oğlu İsa ve bunların dışında salih kimselerdi. Bunun üzerine Allah b, babaları İbrahim’in n dinini yenilemek, bu yakınlığın ve itikadın yalnız Allah’ın hakkı olduğunu ve bu hakkın hiçbir kısmının ne O’na yakın bir meleğe ne elçi olarak gönderilmiş bir nebiye ne de bir başkasına verilemeyeceğini haber vermek için Muhammed’i g onlara gönderdi. Ancak bu müşrikler; yaratıcının ve rızık verenin yalnız Allah olduğuna, bu konuda tek olup ortağı bulunmadığına, O’ndan başkasının rızık veremeyeceğine, O’ndan başkasının yaşatıp öldüremeyeceğine, O’ndan başkasının işleri hazırlayıp icra edemeyeceğine, yedi kat göğün ve yerin ve bunların içinde bulunan her şeyin O’nun tasarrufunda bulunduğunda ve O’nun kullları olduğuna şahadet ediyor ve tüm bunları ikrar ediyorlardı. Resulullah’ın g kendileriyle savaştığı müşriklerin, bu söylediklerimize şahitlik ettiklerine dair delil istersen Allah’ın b şu sözlerini oku: “De ki; size gökten ve yerden rızık veren kim? Kulaklara ve gözlere malik olan kim? Ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor? İşi kim tedbir ediyor? Derhal diyecekler ki: ‘Allah’ De ki; ‘O halde sakınmaz mısınız?’ ” [Yunus, 31] “(Resulüm!) de ki: Eğer biliyorsanız (söyleyin bakalım), bu dünya ve onda bulunanlar kime aittir? ‘Allah’ındır’ diyecekler. ‘Öyle ise siz hiç düşünüp öğüt almaz mısınız?’ de. De ki: ‘Yedi kat göklerin Rabbi, büyük Arş’ın Rabbi {9}

kimdir?’ ‘Allah’tır’ diyecekler. ‘Öyle ise O’na karşı gelmekten sakınmaz mısınız?’ de. De ki: ‘Eğer biliyorsanız söyleyin; her şeyin hükümranlığı elinde olan, kendisi koruyan, kendisine karşı korunulamaz olan kimdir?” (Bunların hepsi için) ‘Allah’tır’ diyecekler. ‘Öyle ise nasıl olup da büyüye kapılıyorsunuz?’ de.” [Mü’minun, 84-89] Ve daha buna benzer birçok ayet vardır. Onların bunları kabul ettikleri halde resullerin ve Resulullah’ın g davet ettiği tevhide girmedikleri kesinleştikten sonra, öğrendin ki; onların inkâr ettikleri tevhidin zamanımızın müşriklerinin “itikad” adı verdiği ibadet tevhididir. Bunlardan bazıları gece gündüz Allah’a dua ettikleri halde içlerinden bir kısmı Allah’a yakınlıkları ve salih olmaları hasebiyle kendilerine şefaat etmeleri için meleklere, Lat gibi salih kimselere veya İsa n gibi nebilere dua ederler. Ve Resulullah g, onların bu şirkleri için onlarla savaştı ve onları ibadette sadece Allah’ı birlemeye davet etti. Nitekim Allah c şöyle buyurmaktadır: “Mescidler şüphesiz Allah’ındır. O halde, Allah ile birlikte hiç kimseye dua etmeyin.” [Cin, 18] “El açıp yalvarmaya layık olan ancak O’dur. O’nun dışında el açıp dua ettikleri onların isteklerini hiçbir şeyle karşılamazlar.” [Rad, 14] Resulullah g, duanın tümünün yalnız Allah için olması, adakların tümümün sadece O’na adanması, kurbanların yalnız O’nun için kesilmesi, medetlerin tümümün yalnızca O’ndan umulması ve tüm ibadetlerin yalnızca O’na yapılması için onlarla savaştı. Onların rububiyette Allah’ı birlemeleri kendilerini İslam’a sokmadı. Ve onların şefaatlerini arzulama ve Allah’a yaklaşma kastıyla meleklere, nebilere ve velilere yönelmeleri, kanlarını ve mallarını helâlleştiren şey oldu. Tüm bunları anladığında, resullerin davet ettiği ve müşriklerin kabul etmediği tevhidi anlamış olursun. Bu tevhid, “La ilahe illallah” sözünün manasıdır. Onların yanında ilah, bu işler için kast edilen melek, peygamber, veli, ağaç, mezar veya cindir. Onlar ilah olarak; yaratan, rızık veren ve işleri tedbir edeni kast etmiyorlardı. Zira onlar biliyorlardı ki; bütün bu işler yalnızca Allah’a aittir. Nasıl ki, bunu daha önce açıkladık. Onların o gün için ‘ilah’ kelimesinden kasttektikleri, zamanımız müşriklerinin ‘seyyid’ kelimesiyle ifade ettikleri şeydir. Nebi g, onları tevhid kelimesi olan { 10 }

“La ilahe illallah”a davet etti. Bu kelimeden maksat, taşıdığı manasıdır, mücerret lafzı değildir. Cahil kâfirler bilirler ki; Nebi g bu kelimeyle, Allah’a bağlılıkta O’nu birlemeyi, Allah’tan başka ibadet edilen her şeyi inkâr edip ondan uzaklaşmayı kastetmiştir. Çünkü Nebi g onlara “La ilahe illallah” deyiniz dediğinde, onlar dedi ki; “Bütün ilahları bir ilah haline mi getirdi? Bu çok acayip bir şeydir.” [Sad, 5] Cahil kâfirlerin bile bunu bildiğini bildiğinde; Müslüman olduklarını iddia ettikleri halde bu kelimenin manasından cahil kâfirlerin anladığını anlamayanlara hayretler olsun. Bilakis bunlar, manasına kalben itikat etmeden yalnız harflerini telaffuz etmenin yeterli olduğunu zannederler. Bunlardan ilim sahibi kimseler ise, bu kelimenin manasının şunun olduğunu zan eder; Allah’ın dışında hiç kimse yaratamaz ve rızık veremez ve her işi sadece O idare eder. ‘La ilahe illallah’ın manasını cahil kâfirler kadar bile anlayamayan kimsede hayır yoktur. Buraya kadar sana söylediklerimi, Allah’ın b; “Allah, kendisine şirk koşulmasını affetmez. Ondan başka her şeyi affeder.” [Nisa, 116] ayetinde belirttiği şirki, ilkinden sonuncusuna kadar bütün nebilerin tebliğ ettiği ve Allah’ın onun dışında hiç kimseden kabul etmediği dini ve çoğu insanların bu mevzuda cahil kaldıklarını bilmen sana iki konuda fayda sağlar. Birincisi: Allah’ın lütuf ve rahmetiyle sevinmek... Nitekim Allah b şöyle buyuruyor: “De ki: ‘Ancak Allah’ın lütuf ve rahmetiyle, yalnız bunlarla sevinsinler. Bu, onların toplayıp durduklarından daha hayırlıdır.’ ” [Yunus, 58] İkincisi: Büyük korku... Eğer sen, diliyle söylediği bir kelimeden dolayı insanın küfre düşebileceğini, bu kelimenin cahilce söylense bile, cehaletin özür kabul edilmeyeceğini, müşrik kâfirlerin yaptığı gibi bu kelimeyi Allah’a yaklaştırma zannıyla söylemenin de bir fayda vermeyeceğini, bilhassa bilmelerine rağmen Musa’nın kavminin Musa’ya n gelerek “Onların ilahları olduğu gibi bize de bir ilah yap” [Araf, 138] diyenlerin kıssalarını öğrendiğinde, bu ve benzeri felâketlere düşme korkun ve bunlardan kurtulmak için sahip olduğun hırsın daha büyük ve muazzam olur. Bil ki; Allah’ın b hikmetlerinden biri de, tebliğ için gönderdiği her nebisine { 11 }

düşmanlar kılmıştır. Nitekim Allah b şöyle buyurur: “İşte böylece biz her nebiye insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Bunlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı laflar fısıldarlar. Rabbin dileseydi, bunu yapamazlardı. O halde, onları iftiralarıyla baş başa bırak.” [Enam, 112] Tevhid düşmanlarının çokça ilimleri, birçok kitapları ve bahaneleri olabilir. Nitekim Allah b şöyle buyurur: “Resulleri onlara apaçık deliller getirince, sahip oldukları bilgi ile şımardılar (ve onları alaya aldılar). Sonunda alaya almakta oldukları şey kendilerini kuşatıverdi.” [Mü’min, 83] Allah’a giden yolun fesahat, ilim, kitap ve hüccet sahibi birçok düşmanla dolu olduğunu anlayınca, bu şeytanlarla savaşacağın ve sana bir silah olabilecek Allah’ın dinini öğrenmen gerekir. Zira o şeytanların öncüsü ve lideri senin yüce Rabbine şöyle demişti. “Şeytan dedi ki: ‘(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım. Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın.’ ” [A’raf, 16-17] Fakat Allah’a yöneldiğin, O’nun delillerine ve açıklamalarına kulak verdiğin de üzülme ve korkma! Zira “Şüphesiz ki şeytanın hilesi pek zayıftır.” [Nisa, 76] Sıradan bir muvahhid, bu gibi müşriklerden bin âlimi yener. Nasıl ki; Allah b şöyle buyuruyor: “Ve hiç şüphesiz bizim ordularımız, galip gelecek olanlardır.” [Saffat, 173] Evet, Allah’ın ordusu, kılıç ve mızrakla galip geldiği gibi hüccet ve lisanla da galip gelendir. Fakat asıl korku; silahsız olarak yola çıkan muvahhid içindir. Allah b “Sana bu kitabı; her şey için bir açıklama, doğru yolu gösteren bir rehber, bir rahmet ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.” [Nahl, 89] dediği bu kitabıyla bize minnette bulunmuştur. Bâtıl sahibinin ileri sürdüğü her hüccete karşı Kur’an’da onu iptal eden ve batıllığını açıklayan bir delil bulunur. Nitekim Allah b şöyle buyurmaktadır: “Onlar sana hiçbir misal getirmezler ki (buna karşılık) sana gerçeği ve en güzel açıklamayı getirmiş olmayalım.” [Furkan, 33] { 12 }

Bazı müfessirler bu ayetin kıyamet gününe kadar batıl ehlinin ileri sürecekleri tüm hüccetlerini kapsadığını söylerler. Zamanımızdaki müşriklerin bize hüccet olarak ileri sürdükleri şeylere cevap olarak Allah’ın, kitabında zikrettiği şeylerden bazılarını burada zikredeceğim. Bâtıl ehline cevap iki yoldan yapılır, 1) Mücmel yani kısa ve özlü. 2) Mufassal yani uzun ve izahlı. a)Mücmel Cevap: Bu, düşünen ve değerini bilen için muazzam bir şey ve faydası sonsuzdur. Allah b şöyle buyuruyor: “O, sana Kitab’ı indirendir. Onun (Kur’an’ın) bazı ayetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşabih ayetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, ‘Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır’ derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp düşünmez. ” [Al-i İmran, 7] Sahih bir hadiste Nebi g şöyle buyurmaktadır: “Kur’an’ın müteşabihlerine tabi olanları gördüğünüz vakit, onlardan sakının. Onlar, Allah’ın kendilerine isim verdiği kimselerdir.” [Muttefekun Aleyh] Meselâ bazı müşrikler sana, “Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de.” [Yunus, 62] ayetini okur ve şefaat haktır ve nebilerin Allah nezdinde şanları vardır, der veyahut Nebi’ye g ait bir hadisi okur da, kendi batıl inancına bunu delil getirirse ve sen de onun zikrettiği şeyleri anlamazsan ona şu şekilde cevap ver: “Allah b kitabında, kalplerinde hastalık olanların muhkem ayetleri bırakıp müteşabih olan ayetlere tabi olduklarını zikretmektedir. Benim sana zikretmiş olduğum ve Allah’ın da b zikrettiği; müşriklerin Allah’ın rububiyyetini ikrar ettikleri ve “İşte bunlar Allah nezdinde bizim şefaatçilerimizdir.” [Yunus, 18] diyerek melek, peygamber ve velilere bağlanarak küfre girdikleri hususu apaçık ve muhkem olan bir ayettir. Hiç kimse manasını değiştirmeye güç yetiremez.” (Sonra ona de ki;) “Ey müşrik! Kur’an’dan veya Nebi’nin g sözlerinden bana zikrettiklerinin manasını bilmiyorum. Fakat şunu biliyorum ki; Allah kelamı birbiri ile çelişmez ve Peygamber’in g sözleri de Allah’ın sözlerine muhalefet etmez.” { 13 }

Bu cevap, doğru bir cevaptır. Fakat bunu, Allah’ın muvaffak kıldığı kimseden başkası anlayamaz. Bunu ehemmiyetsiz görme. Çünkü Allah b şöyle buyurur: “Bu güzel davranışa ancak sabredenler kavuşturulur. Buna ancak (hayırdan ve olgunluktan) büyük payı olanlar kavuşturulur.” [Fussilet, 35] 2)Mufassal Cevap: Allah düşmanlarının resullerin dinlerine karşı birçok itirazları vardır. Bu itirazlarla insanları hak dinden uzaklaştırmaya çalışırlar. Mesela derler ki: “Bizler Allah’a şirk koşmayız. Bilakis bizler, tek ve ortağı olmayan Allah’tan başka hiç kimsenin yaratmadığına, rızık vermediğine, fayda ve zarar vermediğine şehadet ederiz. Muhammed g bile kendi nefsine herhangi bir fayda ve zarara malik değilken Abdulkadir1 veya başka birisi buna hiç sahip değildir. Fakat ben günahkârım. Salih insanların Allah nezdinde itibarları vardır. Ben de bunların vasıtasıyla Allah’tan istiyorum.” Bunlara cevap olarak az önce söylediklerimizi yani şunları söyle: “Nebi’nin g kendileriyle savaştığı kimseler de bu söylediklerinizi kabul ediyorlardı. Ve putlarının aslında hiçbir şey yapmaya muktedir olamadıklarını, ancak onların itibarlarından yararlanmak ve onların şefaatini arzuladıklarını ikrar ediyorlardı. Ve Allah’ın kitabından bu mevzu ile ilgili ayetleri onlara oku ve onu açıkla.” Şayet derlerse ki; “Bu ayetler puta tapanlar hakkında nazil oldu. Salih insanları ve nebileri nasıl olur da put gibi kılarsınız?” Buna cevap olarak az önce zikrettiklerimizi söyle. Şayet onlar, kâfirlerin rububiyyet tevhidinin tümünü sadece Allah’a has kıldıklarını kabul edip lakin kendilerinin yöneldikleri kimselerden sadece şefaatlerini arzuladıklarını ve kendi yaptıkları ile müşriklerin yaptıkları arasında fark olduğunu söylerlerse; sen de, de ki: “Kâfirlerden bazıları, Salihlere 1

Bu şeyh, Abdulkadir bin Musa bin Abdullah el-Huseyni el-Hanbeli el-Ceylani veya elCeyli’dir. Şuan İran’ın kuzeyine denk düşen Cilan veya Geylan’a nispet edilmektedir. Hicri 471. senesinde burada doğmuştur. Daha sonra ilim tahsil etmek için hicri 477 senesinde Bağdat’a gitmiştir. İmam Zehebi, O’nun hakkında şöyle demektedir: “Şeyh, imam, âlim, zahit, arif, önder, şeyhu’l İslam, evliyaların bayrağı ve dini ihya edendir…” (Siyeru A’lamu’n Nubela) Şeyh Abdulkadir Geylani -Allah O’na rahmet etsin- bizim zamanımızdaki müşriklerin kendisinden umdukları istiğaseden, ona adadıkları adaklardan ve onun adıyla ettikleri yeminlerden beridir. Aynı şekilde o, günümüzdeki Kadiri tarikatının kabirperest sofilerinden de beridir. Öyle ki; bunlar, yalan ve sahtekârlıkla kendilerini O’na nispet ederler. İmam Muhammed bin Abdulvehhab -Allah O’na rahmet etsin- şöyle dedi: “Ali bin Ebu Talib h Rafızilerden beri olduğu gibi, Şeyh Abdulkadir de -Allah O’na rahmet etsin- kendilerini O’na nispet eden bu fakir şeytanlardan beridir.” (Ed-Dureru’s Seniyye)

{ 14 }

ve putlara dua ederler. Bazıları ise evliyalara dua ederler. Nitekim Allah b bunlar hakkında şöyle buyuruyor: “İşte onların yalvarıp durduklarından Rablerine hangisi daha yakınsa, onunla (yaklaşmak için) vesile ararlar...” [İsra, 57] Bazıları da İsa’ya n ve annesine dua ederler. Allah b şöyle buyurmaktadır: “Meryem oğlu Mesih ancak bir resuldür. Ondan önce de (birçok) resuller gelip geçmiştir. Anası da çok doğru bir kadındır. Her ikisi de yemek yerlerdi. Bak, onlara delilleri nasıl açıklıyoruz, sonra bak nasıl (haktan) yüz çeviriyorlar. De ki: Allah’ı bırakıp da sizin için fayda ve zarara gücü yetmeyen şeylere mi tapıyorsunuz? Hakkıyla işiten ve bilen yalnız Allah’tır.” [Maide, 75-76] Sonra şu ayetleri ona hatırlat: “Allah’ın, onları hep birden toplayacağı, sonra da meleklere, “Bunlar mı size ibadet ediyorlardı?” diyeceği günü bir hatırla! (Melekler de:) Seni eksikliklerden uzak tutarız, bizim dostumuz onlar değil, sensin. Belki onlar cinlere tapıyorlardı. Çoğu onlara inanmıştı; diyecekler.” [Sebe, 40-41] Ve Allah’ın şu ayetini de hatırlat. “Allah, kıyamet günü şöyle diyecek: ‘Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara, Allah’ı bırakıp beni ve anamı iki ilah edinin dedin?’ İsa da şöyle diyecek: ‘Seni bütün eksikliklerden uzak tutarım. Hakkım olmayan bir şeyi söylemem, benim için söz konusu olamaz.’ ” [Maide, 116] Daha sonra ona deki; Allah’ın, putlara ve salih kimselere yönelenleri nasıl tekfir ettiğini ve Nebi’nin g de onlarla nasıl harp ettiğini öğrendin mi? Şayet derlerse ki: “Kâfirler doğrudan doğruya onlardan istiyorlar. Hâlbuki ben, fayda ve zarar verenin, işleri idare edenin yalnız Allah olduğuna şahadet ediyorum. Ve ben her şeyi yalnız kendisinden istiyorum. Salih insanların ellerinde bu konuda hiçbir şey yoktur. Lakin onlara yönelmemin sebebi Allah’tan şefaatlerini beklememdir.” Onlara de ki: “Bu, tıpatıp kâfirlerin sözüdür.” Ve Allah’ın b şu ayetini ona oku: “O’nu bırakıp kendilerine bir takım evliyalar (dostlar) edinenler; onlara, bizi sadece Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler.” [Zümer, 3] Ve şu ayetini de ona oku: { 15 }

“Allah’ı bırakıp, kendilerine ne zarar, ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve ‘İşte bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir’ diyorlar.” [Yunus, 18] Ve bil ki; onların öne sürdükleri bu üç şüphe, onların yanında bulunanların en önemlisidir. Eğer bunları Allah’ın b Kur’an-ı Kerim’de açıkladığını bilirsen ve bunları iyice anlarsan, bundan sonrası artık daha kolaydır. Eğer biri: “Ben Allah’tan başkasına ibadet etmiyorum. Salih insanlara karşı bu iltica ve dua ibadet değildir.” derse, sen de ona de ki: “Sen, Allah’ın yalnızca kendisine ibadet edilmesini sana farz kıldığını ve O’nun senin üzerindeki bir hakkı olduğunu kabul ediyor musun?” Eğer ‘evet’ derse, sen de ona de ki; “Şu halde Allah’ın sana farz kıldığı ve senin üzerindeki bir hakkı olan yalnız Allah’a ibadeti bana açıkla.” Şayet ibadeti ve çeşitlerini bilmiyorsa, ona şu sözlerinle ibadeti açıkla ve de ki; Allah b şöyle buyurmaktadır: “Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. Bilesiniz ki; O, haddi aşanları sevmez.” [Araf, 55] Ona bu ayetle duanın ibadet olduğunu öğrettikten sonra de ki; duanın ibadet olduğunu bildin mi? Onun sana, “Evet, dua, ibadetin özüdür” demesi gerekir. Ona de ki: “O zaman sen bunun Allah’a ibadet olduğunu kabul ettin. Peki, gece gündüz, korku ve ümit içinde Allah’a dua edip daha sonra aynı şeyi bir nebiden veya başkasından istersen, Allah’a ibadette başkasını ortak koşmuş olur musun?” Onun, ‘evet’ demesi gerekir. Sen de ona de ki; “Allah’ın “Rabbin için Namaz kıl ve kurban kes” [Kevser, 3] ayetini öğrenir ve bu konuda Allah’a itaat edip O’na kurban kesersen, bu ibadet olur mu?” Onun, ‘evet’ demesi gerekir. Sen de ona de ki; “Eğer bir nebiye, bir cin veya başka bir yaratığa kurban kesersen bu ibadette { 16 }

Allah’a ortak koşmuşmuş olur musun?” Onun ikrar edip ‘evet’ demesi gerekir. Sen de yine ona de ki; “Kur’an’da hakkında ayetler bulunan müşrikler, meleklere, salih kimselere, Lat ve benzerlerine ibadet ederler miydi?” Onun ‘evet’ demesi gerekir. Sen de ona de ki; “Onların bu ibadetleri dua, kurban, iltica ve benzeri şekillerde değil miydi? Zaten onlar da Allah’ın kulları olduklarını, O’nun himayesinde bulunduklarını ve işleri idare edenin Allah olduğunu kabul ediyorlardı. Fakat itibar ve şefaat için onlara dua edip iltica ediyorlardı. Bu ise çok açık bir durumdur.” Eğer sana dese ki; “Nebi’nin g şefaatini inkâr ediyor ve ondan beri mi olmak istiyorsun?” Sen de ona de ki: “Hayır! Onu inkâr etmem ve ondan uzak kalmam. Aksine Nebi g hem şefaat eder, hem de kendisine şefaat edilir. Ben de onun şefaatini beklerim. Fakat şefaatin hepsi Allah’ındır. Zira Allah b, şöyle buyuruyor: “De ki: şefaat tümüyle Allah’a aittir.” [Zümer, 44] Şefaat, ancak O’nun izniyle yapılabilir. Nitekim Allah b şöyle buyurmaktadır: “İzni olmadan O’nun katında kim şefaat edebilir?” [Bakara, 255] Şefaat edecek olanlar, ancak Allah’ın izin verdiği kimseler için şefaat edebilirler. Nitekim Allah b şöyle buyurmaktadır: “Onlar, Allah’ın razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler.” [Enbiya, 28] Allah da tevhidden başkasına razı olmaz. Nitekim Allah b şöyle buyurmaktadır: “Kim İslam’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” [Al-i İmran, 85] Bütün şefaat Allah’ın ve yalnız O’nun izniyle olduğuna, Peygamber g ve şefaat edecek diğerleri de Allah’ın izni olmadan hiç kimseye şefaat edemeyeceğine ve Allah da yalnız muvahhidler için şefaat iznini vereceğine göre şefaat, yalnız Allah’ındır ve ben şefaati Allah’tan istiyor ve şöyle diyorum; “Allah’ım! Beni onun şefaatinden mahrum etme. Allah’ım, onu bana şefaatçi kıl” ve buna benzer ifadelerle Allah’tan isterim.” { 17 }

Eğer biri; Nebi’ye şefaat izni verilmiştir dolayısıyla ben de O’ndan Allah’ın kendisine verdiğinden istiyorum, derse ona şu cevabı ver: “Allah, O’na şefaat iznini vermiş ve senin ondan bunu istemeni nehyetmiştir. Nitekim Allah b şöyle buyurmaktadır: “Allah’la beraber hiç kimseye dua etmeyin.” [Cin, 18] Şayet Allah’ın sana Nebi’sini şefaatçi kılmasını istiyorsan, O’na şu emrinde itaat et: “Allah’la beraber hiç kimseye dua etmeyin.” Ayrıca şefaat izni, nebilerin dışında, meleklere, velilere ve ‘efrat’lara yani küçük iken vefat eden çocuklara da1 verilmiştir. Bu durumda sen, Allah onlara şefaat izni vermiştir, ben de şefaati onlardan isterim diyebilir misin? Şayet sen; “Evet! Ben bunu diyebilirim” dersen; Allah’ın, kitabında affetmeyeceğini söylediği şirk olan “iyi insanlara ibadet” mefhumuna dönmüş olursun. Şayet “Hayır” dersen; “Allah, şefaat iznini ona vermiştir. Ben de Allah’ın kendisine verdiğinden istiyorum” şeklindeki söylemiş olduğun sözünü çürütmüş olursun. Eğer dese ki; “Haşa ve kella ben hiçbir şeyi Allah’a şirk koşmuyorum. Sadece salih insanlara iltica ediyorum. Bu ise şirk değildir.” Sen de ona deki; “Eğer Allah’ın, zinadan daha fazla şirki haram kıldığını ve onun günahını affetmeyeceğini kabul ediyorsan, şu halde Allah’ın affetmeyeceği bu haram nedir?” Muhakkak ki; o bunu bilmeyecektir. Ona de ki; “Ne olduğunu bilmediğin halde kendini şirkten nasıl uzak tutabiliyorsun? Yahut Allah, sana onu haram kıldığı ve affetmeyeceğini bildirdiği halde nasıl olur da sen onu sormaz ve ne olduğunu öğrenmezsin? Allah’ın, onu bize beyan etmediği halde haram kıldığını mı zannediyorsun?” Eğer dese ki; “Şirk, putlara ibadet etmektir. Biz ise putlara ibadet etmiyoruz.” Ona de ki; “Putlara ibadet etmek ne demektir? Müşrikler, ibadet ettiği o ağaçların ve taşların yarattığına, rızık verdiğine ve onları çağıranın işlerini 1

Efrat: babalarından önce vefat eden küçük çocuklara denir. Buhari, sahihinde Resulullah’ın g şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: “Henüz ergenlik çağına ulaşmadan üç çocuğu ölen insanlardan hiçbir Müslüman yoktur ki, Allah b o Müslümanı, bu çocuklara ihsan ettiği geniş rahmeti ile cennete girdirmiş olmasın” Musannif, -Allah O’na rahmet etsin- bununla delil getirmeyi kastetti. Peki bu çocukların kabirleri ziyaret edilip onlardan şefaat dilemek caiz midir?

{ 18 }

yaptığına inandıklarını mı zan ediyorsun? Bunu Kur’an yalanlıyor. Nitekim Allah b şöyle buyurmaktadır: “Deki; size gökten ve yerden rızık veren kim? kulaklara ve gözlere malik olan kim? Ölüden diriyi diriden ölüyü kim çıkarıyor? İşi kim tedbir ediyor? Derhal diyecekler ki: “Allah” Deki; “O halde sakınmaz mısınız?” [Yunus, 31].” Eğer dese ki; “Putlara ibadet edenler, ağaca, taşa yahut türbeye ve benzerlerine yönelip bu salihlere onların yanında dua edenler ve onlar adına kurban kesenlerdir. Ve puta ibadet edenler şöyle derler; bunlar bizi Allah’a yaklaştırıyor, Allah onların bereketiyle belaları bizden defediyor ve onların bereketiyle bize nimet veriyor.” Sen de ona de ki; “Doğru söyledin. Bu dediklerin sizin taşlar ve türbeler karşısında yaptığınızdır.” Böylece, bu yaptıklarının putlara ibadet olduğunu bizzat kendisi söylemiş olur. Arzu edilende zaten budur. Aynı şekilde ona şöyle denilir: “Sen, ‘Şirk, putlara ibadettir’ derken, bu ifadeyle şirkin yalnız bundan ibaret olduğunu, salihlere dayanıp onlardan istemenin şirke girmediğini mi kastediyorsun? Allah’ın, kitabında zikretmiş olduğu; meleklere, İsa’ya ve diğer salihlere bağlananların kâfir olduklarını beyan eden ayetleri bunu reddeder.” Bundan sonra onun sana şunu ikrar etmesi gerekir; “Salihlerden birini Allah’a ibadette ortak koşan kimsenin yaptığı bu amel Kur’an’da zikredilen şirktir.” Arzu edilen de onun bunu ikrar etmesidir. Bu meselenin sırrı şudur: Eğer o dese ki; “Ben Allah’a şirk koşmuyorum. Sen de ona de ki; Peki, Allah’a şirk koşmak nedir? Bunu bana açıkla.” Eğer dese ki; “Şirk, putlara tapmaktır.” Sen de ona de ki; “Putlara tapmak ne demektir? Bunu bana açıkla.” Eğer dese ki; “Ben Allah’tan başkasına ibadet etmiyorum. Sen de ona de ki; yalnız Allah’a ibadet etmek ne demektir? Bunu bana açıkla.” Şayet bunu Kur’an’ın tarif ettiği şekilde izah ederse, arzu edilen de budur. Şayet bunu bilmezse, bilmediği şeyi nasıl iddia edebilir? Şayet onu, asıl manasından başka bir şekilde izah ederse, zaten sen ona { 19 }

Allah’a şirkin manası ve putlara ibadet etme hakkındaki açık ayetleri kendisine bildirdin. Ve onların günümüzde de aynısını yaptıklarını ve sadece ortağı olmayan Allah’a ibadetin, onların kabul etmedikleri şey olduğunu da kendisine bildirdin. Daha önceki kardeşlerinin bağırarak söylediklerini, onlar da bize bağırarak şöyle diyorlar; “Bütün ilahları tek bir ilâh haline mi getirdi. Bu, çok acayip bir şeydir.” [Sad, 5] Eğer dese ki; “Onlar, meleklere veya peygamberlere dua ettikleri için kâfir olmadılar. Aksine onlar, meleklerin Allah’ın kızları olduklarını söylediklerinde kâfir oldular. Hâlbuki biz, Abdulkadir’in veya başkasının Allah’ın oğlu olduğunu iddia etmiyoruz.” Ona cevaben de ki; “Allah’a çocuk nispet etmek başlı başına bir küfürdür. Zira Allah b şöyle buyurmaktadır: ‘De ki; O Allah birdir. O sameddir.’ [İhlas, 1-2] Ayetteki birdir ifadesi; benzeri olmayan demektir. Samed ise; ihtiyaçlarda kendisine yönelinen demektir. Bunu inkâr eden, sureyi inkâr etmese bile kâfir olmuş olur. Allah b şöyle buyuruyor: ‘Allah, çocuk edinmemiştir. O’nunla beraber başka bir ilah da yoktur.’ [Mü’minun, 91] Böylece Allah b iki nevi bir birinden ayırmış ve her birisini müstakil bir küfür kabul etmiştir. Ve Allah b şöyle buyurmaktadır: ‘Bir de cinleri Allah’a birtakım ortaklar yaptılar. Oysa onları Allah yarattı. Bilgisizce Allah’a oğullar ve kızlar da uydurdular. O, onların niteledikleri şeylerden uzaktır, yücedir.’ [En’am, 100] Böylece Allah b her iki küfrün arasını ayırdı. Buna başka bir delil de şudur; Lat, salih bir adam olduğu halde ona dua etmelerinden ötürü kâfir olanlar, Lat’ı Allah’ın oğlu olarak kabul etmemişlerdi. Yine cinlere ibadet ettiklerinden ötürü tekfir edilenler de onları Allah’ın oğlu olarak kabul etmemişlerdi. Yine dört mezhebe mensup bütün âlimler mürtedin hükmü bahsinde derler ki: ‘Bir Müslüman, Allah’ın çocuğu olduğunu iddia ederse o mürteddir.’ Ve böylece bu iki nevi birbirinden ayırırlar. Bu da apaçıktır.” Eğer dese ki; “Allah’ın velileri yok mu, onlar için korku yoktur, mahzun da olmazlar.” [Yunus, 64] De ki; “Bu haktır. Lakin onlara ibadet edilmez. Biz sadece, Allah ile birlikte bunlara da ibadet edilmesini ve bunların Allah’a ortak kabul edilmesini reddediyoruz. Aksi halde sana gereken şey; salih kimselere uymak, onları sevmek, kerametlerini kabul etmektir. Evliyanın kerametlerini, bidat ve { 20 }

sapıklık ehlinden başkası inkâr etmez.” Allah’ın dini, iki tarafın ortasıdır. İki sapıklık arası hidayet ve iki batıl arası haktır. Günümüzdeki müşriklerin ‘itikad’ diye isimlendirdikleri şeyin, Kur’an da zikredilen şirk olduğunu ve Peygamber’in g bunun için insanlarla savaştığını öğrendiysen, bil ki, ilk zaman müşriklerinin şirki, bugünkülerin şirkinden iki yönden daha hafiftir. Birincisi: İlk müşrikler, yalnızca rahatlık dönemlerinde meleklere, evliyalara ve putlara dua ederlerdi. Şiddet ve sıkıntı anında ise dini sadece Allah’a has kılarlardı. Nitekim Allah b şöyle buyuruyor: “Denizde başınıza bir musibet geldiğinde, O’ndan başka bütün yalvardıklarınız kaybolup gider. O sizi kurtarıp karaya çıkardığında, (yine eski halinize) dönersiniz. İnsanoğlu çok nankördür.” [İsra, 67] Ve şöyle buyurmaktadır: “De ki: ‘Ne dersiniz; size Allah’ın azabı gelse veya o kıyamet gelip çatıverse size, Allah’tan başkasına mı yalvarırsınız? Doğru sözlü iseniz (söyleyin bakalım)! Bilakis yalnız Allah’a yalvarırsınız. O da (kaldırılması için) kendisine yalvardığınız belayı dilerse kaldırır ve siz, ortak koştuğunuz şeyleri unutursunuz’.” [Enam, 40-41] Ve şöyle buyurmaktadır: “İnsana bir zarar dokunduğu zaman Rabbine yönelerek O’na yalvarır. Sonra kendi tarafından ona bir nimet verdiği zaman daha önce O’na yalvardığını unutur ve Allah’ın yolundan saptırmak için O’na eşler koşar. De ki: !Küfrünle az bir süre yaşayıp geçin! Şüphesiz sen cehennemliklerdensin’.” [Zümer, 8] Ve şöyle buyurmaktadır: “Onları, (denizde) bir dalga gölgelikler gibi kapladığında, dini Allah’a has kılarak O’na yalvarırlar. Allah, onları kurtarıp karaya çıkarınca, onlardan bir kısmı orta yolu tutar. Bizim ayetlerimizi ise ancak son derece kaypak, son derece nankör olanlar inkâr eder.” [Lokman, 32] Allah’ın, Kur’an-ı Kerim’de açıkladığı bu meseleyi yani Resulullah’ın g savaştığı müşriklerin, rahatlık zamanlarında hem Allah’a hem de O’nun dışındakilere dua ettiklerini, şiddet ve sıkıntı anlarında ise, efendilerini { 21 }

unutarak yalnız tek olan ve ortağı olmayan Allah’a dua ettiklerini anlayan kimse, günümüzdekilerin şirki ile eskilerin şirki arasındaki farkı da anlamış olur. Fakat bu meseleyi hakkıyla anlayanlar nerede? Allah yardımcıdır. İkincisi: İlk zaman müşrikleri Allah’la beraber Allah’a yakın olan, nebilere, evliyalara ve meleklere ya da O’nun emrine boyun eğen ve O’na isyan etmeyen taşlara ve ağaçlara dua ederlerdi. Zamanımız insanları ise, Allah’la beraber en fasık kişilere dua ederler. Bunlara dua edenlerin bizzat kendileri, dua ettikleri bu şahısların, zina, hırsızlık, namaz kılmama ve buna benzer günahları işlediklerini söylemektedirler. Salih insana yahut taş ve ağaç gibi Allah’a karşı gelmeyenler hakkında bir şey itikad edenler, fasıklığına ve fesadına şahid olup buna şahitlik eden kimselerin bu fasıklar hakkında bir şey itikad edenlerinden daha ehvendir. Resulullah’ın g savaştığı kimselerin bugünkü müşriklerden daha sağlam düşündüklerini ve şirk yönünden bunlardan daha hafif olduklarını tahkik ettikten sonra bil ki; bunların bizim bu söylediklerimiz hakkında ileri sürecekleri bir şüpheleri vardır.Ve bu şüphe, onların en büyük şüphelerindendir. Kulağını bunun cevabına iyi ver. Onlar derler ki: “Haklarında Kur’an inen kimseler; Allah’tan başka hak bir ilah olmadığına şahitlik etmezler, Nebi’yi g yalanlarlar, öldükten sonra dirilmeyi inkâr ederler, Kur’an’ı yalanlar ve onu sihir kabul ederlerdi. Hâlbuki biz; Allah’ tan başka hak ilah olmadığına, Muhammed’in g O’nun Resulü olduğuna şehadet ediyor, Kur’an’ı tasdik ediyor, öldükten sonra dirilmeye inanıyor, namaz kılıyor ve oruç tutuyoruz. Sizler nasıl olur da bizi onlar gibi kabul edersiniz?” Cevap: Resulullah’a g bir meselede inanıp bir meselede inanmayanın kâfir olduğu ve İslam’a girmediği hususunda bütün ilim adamları ittifak etmişlerdir. Ve bu konuda aralarında hiçbir ihtilaf yoktur. Kur’an’ın bir kısmına inanıp bir kısmına inanmayan, tevhidi kabul edip namazın farz oluşunu inkâr eden yahut tevhide ve namazın farz oluşuna inanıp zekâtı farz oluşunu inkâr eden ya da hepsine inanıp orucun yahut haccın farz oluşunu inkâr eden de aynı hükümdedir. Nebi g zamanında hacca gitmeyenler olunca Allah b onlar hakkında şu ayeti indirdi: “Ona yol bulabilenlerin Beyt’i haccetmesi Allah’ın insanlar üzerinde { 22 }

bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah bütün âlemlerden müstağnidir.” [Al-i İmran, 97] Bunların hepsine inanıp öldükten sonraki dirilmeyi inkâr edenin kâfir olduğu icma ile sabittir. Onun kanı ve malı helaldir. Nitekim Allah b şöyle buyurmaktadır: “Allah’ı ve resullerini inkâr edenler ve (inanma hususunda) Allah ile resullerini birbirinden ayırmak isteyip ‘Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız’ diyenler ve bu arada bir yol tutmak isteyenler yok mu; İşte gerçekten kâfirler bunlardır. Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.” [Nisa, 150-151] İnanılması gereken bazı şeylere inanıp bazılarına inanmayanın gerçek kâfir ve zikredilen cezaya müstahak olduğunu bizzat Allah b izah ettiğine göre bu şüphe ortadan kalkmıştır. Bunlar, Ahsa1 ehli bazı kimselerin bize gönderdikleri kitaptaki şeylerdir. Yine şöyle denilir; “Şu halde sen, her şeyde Resulullah’ı tasdik edip namazın farz oluşunu inkâr edenin icma ile kâfir olduğunu, malı ve kanının helal olduğunu kabul ediyorsan, aynı şekilde her şeye inandığı halde öldükten sonra dirilmeye inanmayanın yahut Ramazan orucunun farziyetini inkâr edip diğer bütün şeylere inananın hükmü de tüm mezheplere göre aynıdır. Az önce zikrettiğimiz gibi Kur’an’ı Kerim de bunlar için aynı ifadeyi kullanmıştır. Bilinmektedir ki; tevhid, Muhammed’in g kendisiyle geldiği en büyük farzdır. Namazdan, zekâttan, oruçtan ve Hac’dan daha büyüktür. Nasıl olur da Resulullah’ın bütün tebliğ ettiklerini yaptığı halde bu farzlardan birisini inkâr eden kâfir olur da, bütün Resullerin dini olan tevhidi inkâr eden kâfir olmaz? Subhanallah! Bu cehalet ne acayiptir.” Yine şöyle denilebilir: “Nebi’nin g sahabeleri, Allah’tan başka hak ilah olmadığına, Muhammed’in g O’nun Resulü olduğuna şehadet ettikleri, ezan okuyup namaz kıldıkları ve Nebi’yle beraber Müslüman oldukları halde ben-i Hanife kavmi ile savaşmışlardır.” Şayet dese ki; “Onlar Müseyleme’nin nebi olduğunu iddia ediyorlardı.” 1

El-Ahsa: Mekke ve Medine’nin doğusunda kalan bir şehirdir. Şeyh Abdulvehhab -Allah O’na rahmet etsin- döneminde, orada çok inatçı, sapık ve insanların üzerine dinlerini karıştıranlar vardı. İbn-i Firuz, İbn-i Afalik ve bunların dışındakiler örnek olarak verilebilir. Bunlar, Şeyh’e batıl şüpheler yolluyorlardı ve Şeyh, -Allah kendisine rahmet etsin- onların şüphelerine cevaplar veriyordu. Burada zikredilen kitap da onların gönderdiklerinden biridir.

{ 23 }

Biz de deriz ki; “Bizim de istediğimiz budur. (yani senin bu cevabı vermendir.) Öyle ise, bir insanı peygamber mertebesine çıkaran kâfir oluyor, malı ve kanı helal oluyor ve şehadet ile namaz ona fayda vermiyorsa, Şemsan veya Yusuf ’u1 yahut bir sahabeyi veya bir peygamberi yeryüzü ve gökyüzünün Cebbarı olan Allah’ın mertebesine yükseltenin durumu nasıl olur?” Subhanallah! O’nun şanı ne yücedir. “Aynı şekilde Allah, bilmeyenlerin kalbini mühürler.” [Rum, 59] Yine denilebilir ki: “Ali’nin h ateşle yaktığı kimselerin tümü Müslüman olduklarını iddia edenlerdi. Onlar, Ali’nin h dostlarındandılar ve ilmi de sahabeden öğrenmişlerdi. Fakat onlar Ali h hakkında, Yusuf, Şemsan ve benzerlerine itikad edileni itikad etmişlerdi. Sahabeler bunların küfrü ve öldürülmeleri hakkında nasıl icma ettiler? Sahabelerin Müslümanları tekfir ettiklerini mi zannediyorsunuz? Yoksa Ali bin Ebi Talip h hakkında itikad etmenin küfrü gerektirdiği lakin Tac ve benzerleri hakkındaki itikadın zarar vermeyeceğini mi zannediyorsunuz?” Yine denilebilir ki: “Abbasiler devrinde Mısır ve Mağribe hâkim olan Ubeyd El-Kadah oğulları da Allah’tan başka hak ilah olmadığına, Muhammed’in g O’nun Resulü olduğuna dilleriyle şehadet ediyor, Müslüman olduklarım iddia ediyor, namazı ve cumayı kılıyorlardı. Ancak bunlar, bizim mevzumuzdan daha aşağı meselelerde şeriate ters şeyleri izhar edince, bütün ilim adamları onların küfürlerine, onlarla savaşılmasına ve yurtlarının da darul harp olduğuna dair hükmedip bunda icma ettiler. Daha sonra Müslümanlar onlara saldırdılar ve Müslümanların beldelerini onlardan kurtardılar.” Yine denilebilir ki: “Eğer ilk insanlar, yalnız şirk koştukları, Resulullah’ı g ve Kur’an’ı yalanladıkları ve öldükten sonra dirilmeyi inkâr ettikleri ve buna benzer şeylerin hepsini birlikte yaptıkları için küfre girmiş olsalardı, bütün mezheplerin Mürtedin hükmü babında ele aldıkları özel bahislerin ne anlamı vardır? Mürted; Müslümanın İslam’ından sonra küfre girmesidir. Daha sonra ilim adamları, birçok meseleyi zikrederler ve her zikrettikleri 1

Şemsan, Yusuf ve Tac: Bu isimler bazı kâfir ve tağut olan insanların isimleridir. Tac; Harc ehlindendir. Yusuf Arid’den uzak değildi. Yusuf ise Kuveyt veya Ahsa’da idi. Yaşadıkları tarih, Şeyh’in yaşadığı döneme yakındı. Şeyh, Allah kendisine rahmet etsin, çoğu risalesinde bunların isimlerini zikretmiştir. Çünkü bunlar, Necid ehli ve çevresindekilerin itikad ettikleri en meşhur tağutlardı. Onlar, bu tağutlara bazı konularda ibadet ediyorlardı. Onlar, bu tağutlara adak adıyor ve Lat ve Uzza’ya adak adayanların umduklarını umuyorlardı. [Fetava Muhammed bin İbrahim]

{ 24 }

bir mesele kişinin malını ve kanını helal kılan meselelerdendir. Hatta onlar, yalnız dille söylenip kalple inanılmayan ya da eğlence veya mizah yolu ile ifade edilen kelimeler gibi birçok şeyi zikretmişlerdir. Allah’ın b haklarında, “(Ey Muhammed! O sözleri) söylemediklerine dair Allah’a yemin ediyorlar. Hâlbuki o küfür sözünü elbette söylediler ve Müslüman olduktan sonra kâfir oldular.” [Tevbe, 74] dediği kimseler, Resulullah g zamanında olmalarına, onunla beraber cihad etmelerine, onunla beraber namaz kılmalarına, zekât vermelerine, hac etmelerine ve Allah’ı birlemelerine rağmen Allah b onları bir kelime sebebiyle tekfir etti. Aynı şekilde Allah’ın b haklarında “Eğer onlara, (niçin alay ettiklerini) sorarsan, elbette, biz sadece lafa dalmış şakalaşıyorduk, derler. De ki: ‘Allah ile O’nun âyetleriyle ve O’nun peygamberi ile mi alay ediyordunuz? (Boşuna) özür dilemeyin; çünkü siz iman ettikten sonra kâfir oldunuz’.” [Tevbe, 65-66] diyerek imanlarından sonra küfre girdiklerini açıkladığı kimseler Resululllah ile birlikte Tebuk gazvesinde bulunan kimselerdi. Ve bunlar söyledikleri bu kelimeyi şaka yoluyla söylediklerini zikrettiler.” Onların “Allah’tan başka hak ilah olmadığına şehadet eden, namaz kılan ve oruç tutan insanları tekfir mi ediyorsunuz?” getirdikleri bu şüphesini düşün. Sonra bunun cevabını düşün. Zira bu cevap, bu yapraklarda zikrettiklerimizin en faydalı olanıdır. Bu konuya delillerden biri de; İslamlarına, ilim sahibi ve iyi olmalarına rağmen Allah’ın b, Ben-i İsrail’den naklettikleridir. Zira onlar Musa’ya n diyorlardı ki: “Onların ilahları olduğu gibi bize de bir ilah yap.” [Araf, 138] Yine bazı sahabelerin Nebi’ye g “Bize Zat-ı Envat yap” söylemleri ve Nebi’nin de g bunun, Ben-i İsrail’in “Onların ilahları olduğu gibi bize de bir ilah yap.” demelerine benzediğini yemin ederek söylemesidir. Lakin müşriklerin bir şüpheleri daha var ki; bu kıssa anlatıldığı zaman bu kıssayı delil göstererek derler ki: “Ben-i İsrail kâfir olmadı. Aynı şekilde “Bize zat-ı Envat yap” diyenler de kâfir olmamışlardı.” Cevap şöyle dememizdir: “Ben-i İsrail bunu yapmadılar. Aynı şekilde Nebi’den g bunu isteyenler de bunu yapmamışlardı. İsrail oğulları onu yapmış olsalardı kâfir olacaklarına dair herhangi bir ihtilaf yoktur. Aynı şekilde Nebi’nin nehyettiği bu kişiler O’na itaat etmeyip O’nun bu nehyinden sonra bir zat-ı envat edinmiş olsalardı kâfir olacaklardı. Bizim de demek istediğimiz budur.” { 25 }

Fakat bu kıssa ifade eder ki; Müslüman ve hatta âlim, bilmeden şirkin bazı nevilerine düşebilir. Yine bu kıssa, öğrenmeyi, sakınmayı ve cahilin (tevhidi anladık) sözünün, cehaletin en büyüğü ve şeytanın tuzağı olduğunu ifade eder. Yine bu kıssa ifade eder ki; Müslüman bir müctehid, bilmeden küfür kelimesini konuşur da, bunun üzerine hemen uyarıldığında, o da hemen tevbe ederse kâfir olmaz. Ben-i İsrail ve Nebi’den g zat-ı Envat isteyenler gibi. Yine ifade eder ki; söyledikleri sözle kâfir olmasalar bile onlara söylenecek söz, şiddetli bir şekilde sert olur. Nitekim Allah Resulü de böyle yapmıştır. Müşriklerin bir diğer şüpheleri daha vardır ki; şöyle derler: “Nebi g, Usame’nin ‘La ilahe illallah’ diyeni öldürmesini kerih görüp inkâr etmiş ve O’na şöyle demiştir; ‘La ilahe illallah dedikten sonra mı onu öldürdün?’1 Aynı şekilde Nebi g şöyle buyuruyor: “Ben insanlarla La ilahe illallah diyene kadar savaşmakla emrolundum.”2 Ve buna benzer bu sözü söyleyenden elin çekilmesini ifade eden diğer hadisler... Bu cahillerin bu hadislerle kast etmek istedikleri şudur; bu sözü (Kelime-i tevhidi) söyleyen biri, ne yaparsa yapsın kâfir olmaz ve öldürülmez. Bu cahil müşriklere denir ki: “Malumdur ki; Yahudiler ‘La ilahe illallah’ dedikleri halde Nebi g onlarla savaşmış ve onları köle almıştır. Ben-i Hanife kabilesi, Allah’tan başka hak ilah olmadığına, Muhammed’in g Allah’ın Resulü olduğuna şehadet ettikleri, namaz kıldıkları ve Müslüman olduklarını iddia ettikleri halde, Nebi’nin g sahabeleri onlarla savaştılar. Ali bin Ebi Talip’in h ateşle yaktığı kimseler de yine böyle idi.” Hâlbuki bu cahiller, kelime-i tevhidi söylemiş olsa bile ölümden sonraki dirilmeyi ya da İslam’ın bir şartını inkâr eden kimsenin kâfir olduğunu ve öldürülebileceğini bizzat kendileri söylerler. Şu halde kelime-i tevhid, bütün nebilerin dinlerinin esası ve başı olan tevhidi inkâr edenlere nasıl faydalı oluyor da, İslam’ın şartlarından birisini inkâr edenlere nasıl faydasız oluyor? Lakin Allah’ın düşmanları hadislerin manalarını anlamadılar ve anlamayacaklar. Usame hadisine gelince; Usame, kanından ve malından korktuğu için İslam iddiasında bulunduğunu zannettiği bir kimseyi öldürmüştü. Herhangi bir kimse İslam’ı izhar ettiği anda, bunun aksi ispat edilene kadar onu terk etmek 1 2

Muttefekun Aleyh. Muttefekun Aleyh.

{ 26 }

gerekir. Allah b bu konuda şu ayeti indirdi: “Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapın. Size selam veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine (ganimete) göz dikerek, ‘Sen mü’min değilsin’ demeyin.” [Nisa, 94] Bu ayet, gerekli araştırmanın yapılmasını ve selam veren kişiden elin çekilmesini ifade etmektedir. Bundan sonra, ondan İslam’a muhalif bir şey açığa çıkarsa o vakit öldürülür. Çünkü Allah b “Tebeyyenu” yani açığa çıkarın demiştir. Şayet selam verdiğinde öldürülemeyecek olsaydı ayetteki “ispat edin”in bir manası kalmazdı. Diğer hadisi şerif ve benzerleri de bunun gibidir. Tevhidi ve İslam’ı açığa vuran bir kimseden bunları bozan bir unsur sabit olmayana kadar elin çekilmesi gerekir. Buna delil, Nebi’nin g şöyle demesidir: “La ilahe illallah dedikten sonra mı onu öldürdün?” Ve şöyle demesidir: “İnsanlar, La ilahe illallah diyene kadar onlarla savaşmakla emrolundum.” Yine Nebi g Hariciler hakkında, “Onları bulduğunuz yerde öldürünüz.”1 “Eğer ben onlara yetişseydim onları Ad kavmi gibi öldürürdüm.”2 Dediği halde onlar, insanların içinde en çok ibadet eden, ‘La ilahe İllallah’ ve ‘Subhanellah’ diye zikir eden kimselerdi. Hatta onlar ilmi sahabeden öğrenmelerine rağmen sahabeler, kendi namazlarını onların namazları yanında hafif görüyorlardı. Fakat şeriata muhalif hareketleri görüldüğünde artık onların söyledikleri kelime-i tevhidleri, çokça ibadetleri veya İslam’ı iddia etmeleri onlara herhangi bir fayda sağlamadı. Yahudilerle yapılan veya sahabenin Ben-i Hanife ile yaptığı savaşlar da aynı bu şekildedir. Aynı şekilde birisi, Ben-i Mustalik’in zekâtı vermediklerini haber verince Nebi g onlarla harbe hazırlanmak istemişti. Ta ki; Allah b şu ayeti indirdi: “Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.” [Hucurat, 6] Bu haberi getiren, onlar adına yalan söylemişti. Delil olarak getirdikleri bütün hadislerde Nebi g, bizim zikrettiğimizi kastetmektedir. 1 2

Muttefekun Aleyh. Muttefekun Aleyh.

{ 27 }

Onların başka bir şüpheleri daha vardır ki; o da, kıyamet gününde insanların Adem’den n, daha sonra Nuh’tan n, daha sonra İbrahim’den n, daha sonra Musa’dan n, daha sonra İsa’dan n yardım dileyecekleri, fakat hepsi mazeret gösterecekleri için sonunda Muhammed’e g gelecekleri hususundaki hadisi şeriftir. Derler ki, “Bu hadisi şerif, Allah’tan başkasından yardım istemenin şirk olmadığına delildir.” Cevap olarak deriz ki: “Düşmanlarının kalbini mühürleyen Allah ne yücedir! Biz, bir yaratıktan onun gücünün yeteceği bir şeyi istemeyi inkâr etmiyoruz. Zira Allah da b Musa’nın n kıssasında şöyle demektedir; “Kendi tarafından olan, düşmanına karşı ondan yardım istedi.” [Kasas, 15] Nitekim insanlar, savaşta veya başka zamanlarda dostlarından güçlerinin yeteceği bir şey hususunda yardım isteyebilir. Bizim inkâr ettiğimiz, ibadet olan yardım istemedir ki; o da, evliyanın kabirleri başında veya onların bulunmadıkları bir yerde Allah’tan başkasının güç yetiremeyeceği meselelerde onlardan yardım istemektir. Şu halde, insanların kıyamet gününde nebilerden istedikleri yardım şudur; cennet ehlinin vakfenin sıkıntılarından kurtulup istirahat etmeleri için, insanların nebilerden hesabın bir an önce yapılması için Allah’a dua etmelerini istemeleridir. Bu ise dünya ve ahirette caizdir. Bu tıpkı, senin salih bir adamın yanına gitmen ve yanına oturup benim için Allah’a dua et, demen gibidir. Nitekim sahabeler Resulullah g hayatta iken bunu O’ndan istiyorlardı. Fakat Nebi’nin g vefatından sonra, asla kabrinin yanına gidip O’ndan bir şey istememişlerdir. Aksine selef, O’nun kabrinin yanında Allah’a dua edeni bile inkâr etmişken, bizzat O’ndan isteyene nasıl davranırlardı acaba?” Onların başka bir şüphesi daha var ki; o da, İbrahim n ateşe atıldığı zaman, daha henüz havada iken Cebrail n ona görünerek “Bir ihtiyacın var mı?” deyince, İbrahim O’na dedi ki; “Sana ihtiyacım yok.” İşte onlar bu kıssayı hikâye ederek dediler ki; “Eğer yardım istemek şirk olsaydı, Cibril bunu İbrahim’e n teklif etmezdi.” Cevap olarak deriz ki: “Bu, birinci şüpheleri gibidir. Zira Cibril n ona, gücünün yettiği bir şeyde ona faydalı olmayı teklif etmişti. Çünkü Allah’ın b Cibril n hakkında dediği gibi o, “müthiş güçleri olan”dır. [Necm, 5] Eğer Allah izin vermiş olsaydı o, İbrahim’in n ateşini ve etrafındaki toprağı ve { 28 }

dağları doğu veya batı ile değiştirebilirdi. Eğer Allah O’na, İbrahim’i doğu veya batıya koymasını emretseydi, o bunu yapardı. Eğer Allah O’na, İbrahim’i onlardan uzak bir yere götürmesini emretseydi, O bunu yapardı. Eğer Allah O’na, İbrahim’i semaya yükseltmesini emretseydi, O bunu yapardı. Bu, tıpkı bol malı bulunan zengin bir adamın muhtaç birini görüp ihtiyacını karşılaması için ona borç veya hediye teklif etmesi ve bu muhtaç kimsenin de Allah tarafından hiç kimseye minnet içermeyen bir rızık gönderilinceye kadar sabrederek zenginin malını almaktan içtinap etmesi gibidir. Bu nerde! İbadet cinsindeki yardım isteme ve şirk nerde! Şayet anlayabilselerdi! Geçen bölümlerden de anlaşılabilen fakat çok önemli bir konu olduğu ve bu konuda çok yanılma olduğu için kendisine hususi bir kelam ayrılmış olan pek mühim bir mesele ile sözlerimize son veriyor ve diyoruz ki: Şüphesiz tevhid, kalple, lisanla ve amelle olmalıdır. Bunlardan birisi eksik olursa insan, Müslüman sayılmaz. Eğer bir kimse tevhidi bilse ve onunla amel etmezse o, Firavun, İblis ve benzerleri gibi inatçı bir kâfir ve mürteddir. Bu meselede birçok insan hataya düşerek; “Bu doğrudur. Biz de bunu anlıyor, hak olduğuna şehadet ediyoruz. Fakat tatbik edemiyoruz. Bugün bizim memleketimizin ehline uymanın dışında başka şeyler mümkün olmuyor.” gibi özürleri beyan ederler. O miskin bilmez ki; kâfirlerin önderlerinin çoğu da hakkı bildikleri halde, bu gibi bazı özürler sebebiyle onu terk ederler. Nitekim Allah b şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın ayetlerine karşılık az bir değeri (dünya malını ve nefsani istekleri) satın aldılar da (insanları) O’nun yolundan alıkoydular. Gerçekten onların yapmakta oldukları şeyler ne kötüdür!” [Tevbe, 9] Ve şöyle buyurmaktadır: “Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (Nebiyi) oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Böyle iken içlerinden birtakımı bile bile gerçeği gizlerler.” [Bakara, 146] ve bunların dışındaki diğer ayetler… Şayet bir kimse, kalbinden inanmadan ve hatta manasını anlamadan sadece zahiri yönden tevhid ile amel ederse, o münafıktır ve halis kâfirden daha kötüdür. Zira Allah b şöyle buyurmaktadır: “Muhakkak münafıklar, cehennemin en alt tabakasındadırlar. Ve onlar için bir yardımcı da bulamazsın.” [Nisa, 145] Bu mesele, uzun ve büyük bir meseledir. Bunu insanların sözlerini düşündüğünde de anlayabilirsin. { 29 }

Bazı kimselerin, idare, mevki veya dünyalık bazı eksikliklerin korkusundan ötürü hakkı bildiği halde onunla amel etmediklerini yahut sadece zahiri yönden amel ettiklerini fakat kalbinden neye inandığını sorduğun zaman bunu bilemediklerini görürsün. Lakin Allah’ın kitabından şu iki ayeti iyice bilmiş olman gerekir. Bunlardan birincisi “Boşuna özür dilemeyin! Çünkü siz, iman ettikten sonra küfre girdiniz.” [Tevbe, 66] ayetidir. Nebi g ile beraber Rumlara karşı savaşa çıkan bazı sahabeler şaka yollu söyledikleri bir kelimeden dolayı küfre girdiklerini kesin bir şekilde öğrendikten sonra sana açığa çıktı ki; birisini idare ederek veya dünyalık eksiklik ya da mevki korkusu için küfrü gerektiren şeyleri konuşan veya onunla amel eden kimselerin küfrü, şaka ile söylenen bir küfür kelimesinden çok daha büyüktür. İkinci ayet ise; Allah’ın b şu sözüdür: “Kalbi imanla dolu olduğu halde zorlanan kimse hariç, inandıktan sonra Allah’ı inkâr eden ve böylece göğsünü küfre açanlara Allah’tan gazap iner ve onlar için büyük bir azap vardır.” [Nahl, 106] Allah b bu ayette, kalbi imanla mutmain olduğu halde zorlanan kimse hariç bunlardan hiçbirini mazur görmemiştir. Zorlananın dışında her kim küfrü, ister korkudan, ister idare için, ister vatanını, ehlini, aşiretlerini veya malını düşünerek işlemiş olsun isterse de bunu şaka veya başka maksatlarla yapmış olsun imanından sonra küfre girmiştir. Ayeti kerime iki cihetten bu manayı ifade eder. Birincisi: “Zorlananlar hariç” ifadesidir. Burada Allah b, zorlananların dışındakilerini istisna etmemiştir. Bilinmektedir ki; insan, yalnız söz veya fiile zorlanırlar. Kalple inanmaya hiç kimse zorlanamaz. İkincisi: Allah’ın b; “Bu, onların dünya hayatını sevip ahirete tercih etmelerinden ve Allah’ın kâfirler topluluğunu asla doğru yola iletmeyeceğindendir.” [Nahl, 107] ifadesidir. Allah b izah etti ki; bu küfür ve azap, itikatten, cehaletten, dine düşmanlıktan veya küfrü sevmekten değildir. Bunun sebebi, onun dünyaya olan sevgisidir ki; onu dine tercih etmiştir. Allah c en iyi bilendir. { 30 }

Salat ve selam Peygamberimiz Muhammed’e g, O’nun ehline ve ashabına olsun. *** Şeyh Muhammed bin Abdulvehhabın sözü bitti. Allah, O’na rahmet etsin, O’na ve Müslümanlara mükâfatın en hayırlısını versin.

“Keşfu’ş Şubuhatı telif etti Zamanının imamı ve marifeti doğru olan Muhammed bin Abdulvehhab Şüphesiz dinin yenileyicisiydi Hacmi küçük bir kitap yazdı Lakin ilminde o büyüktür.”1

Himmet ofisi İslam Devleti Hidayet Kitabı ve Yardımcı kılıcı İslam Devleti Matbaalarında basılmıştır. Rebiu’s Sani 1438 h. 1

Bu beyitler, Muhammed et-Teyyip el- -Berahinu’l Muvaddihat Li Keşfi’ş Şubuhat’ın manzumelerindendir.

{ 31 }

NOTLAR .......................................................................................................... .......................................................................................................... .......................................................................................................... .......................................................................................................... .......................................................................................................... .......................................................................................................... .......................................................................................................... .......................................................................................................... .......................................................................................................... .......................................................................................................... .......................................................................................................... .......................................................................................................... .......................................................................................................... .......................................................................................................... .......................................................................................................... .......................................................................................................... .......................................................................................................... .......................................................................................................... .......................................................................................................... .......................................................................................................... .......................................................................................................... .......................................................................................................... .......................................................................................................... .......................................................................................................... .......................................................................................................... ..........................................................................................................

Smile Life

When life gives you a hundred reasons to cry, show life that you have a thousand reasons to smile

Get in touch

© Copyright 2015 - 2024 AZPDF.TIPS - All rights reserved.